Alfons, bu yaptığın hiç doğru değil!

evde yaşam bulan kitapların tadını bilirsiniz değil mi? alfons, bu yaptığın hiç doğru değil!’de bizim evde öyle kitaplardan.

erdem, zehra’ya arada takılır. ‘zehra kâğıt yerken neden bu kadar mutlusun.’

kurgusu da sonu da çok hoş. uzun uzun bizi de içine alarak anlatmak isterdim ama bu aralar anlatmayı değil yaşamayı seviyorum. görünmeden. içten. sakince. gürültüsüz. içeriğini ekledim. mutlaka edinin isterim.

Işıltısız Ramazan

‘ramazanlı günleri özledim anne’ dedi geçen hafta. yine notlar yazar mısın berlindeki gibi diye ekledi. oysa geçen ramazan yatak döşek baygın yatıyordum. hiçbir şey yapamadığım halde iki yıl öncesini unutmamış. çok etkilendim bundan.

diğer dinlerin gelenekleri, islâm’in değerlerine rakip olmadığı inancına göre ramazan yaşayabilmemiz gerektiğine inanıyordum. inancım yeniden tazelendi.

artık süslü ağaçlara özenmesin diye ışıltılı ramazan’lar sunuyoruz yavrulara. oysa özüyle duru, gösterişten uzak islâm; şekil şüküller, gül esintili mumlar değil ki. Kur’an ayı, namaz ayı, oruç ayı, sahur ayı, iftar ayı ramazan.

günün tüm telaşesinde namazı öncemiz yapabiliyor muyuz?

ikindinin sünneti nerede?

cemaatle kılınan akşamlar nerede?

çoluk çocuk camiye koşmalar nerede.

dışı süslenmiş değil, ibadetlerin huzuruyla dolmuş ramazanlar bırakalım istiyorum geriye.

Paradoks: kadın

ev hanımlılığını, hadisten dinden diyanetten ele alıp ya da çocuk büyütmekten ya da evde olmanın kendisine iyi geldiğinden ya da olayı romantize* edip bir sebeple evinde bulunduğu konumu yüceltip; içten içe dışarıdaki anneyi küçümseyen bir güruh var. veya tam tersi veya içiçe geçmis başka bi grup. hepimiz farkındayız,biliyoruz.

değişim dönüşüm altında başkalaşan, çocugunu büyütüp evden uzaklaşıp, üretkenliğini ev dışında da açığa çıkartıp, baştaki kendini eleştiriyor altında evdeki kadını yine kendi ezen bağzı kadınlar var. eskisiyle yenisi arasında bi fark göremiyorum ben. ülkede belki de dünyada kadın bir paradoks arkadaşlar. mümkünse eleştirmeyelim biz. mümkün değilse mümkünleştirelim.

erkeğiyle kadınıyla içimize dönebilirsek konu kapanır, bence.*

bu da pek mümkün değil sanki.

Öyleyse dağılalım.

|yine kara deliğe fırlattığım bi düşünüş. okunmuyor ama fırlıyor dışarı. eşimbey diyor. okunmasa bile sen yaz diyor. illaki ekmeğe dönüşür bir gün hepsi. ne zaman bey ne zaman?

Kadın ve anne

çalışan anne, çalışmayan anne: çalışan kadın, çalışmayan kadın. bitmeyecek. çocuğunu evde bırakıp işe kaçıyor zor geliyor tabii evde kendi büyütmesi, bu evhanımlarına vereceksin aylık birkaç milyar bak nasıl patır patır doğuruyor hepsi. 
oh valla çalışıyorum diye evden kaçıyor, ay bu da iyice başımıza annecim olmadı mı. e ne yapıyorsun evde çalışmayı düşünmüyor musun?, kocasına hizmet etmiyor da dışarıdaki başka erkeğe boyun eğiyor. çevremde duyduğum onlarca sözden sadece birkaçı.
topluma yönverenlerin dâhi kadını ikiye ayırmasıyla başlıyor çıkmazlığımız. sonra altına binlerce saldırılar sıralanıyor. çalışan çalışmayanı küçümsüyor. çalışmayan çalışanı incitiyor. paradoksa dönüştürürsek meseleyi çözüme ulaşamayız. kadına verdiğin dört aylık annelik iznin aynısını babaya da vermeyeceksen çocuğu büyütmenin faturası sadece anneye patlayacak hep. beşgüne verdiğin babalık değerini dört aya çıkaracaksın önce. toplum nereden değişmeye başlar bilemiyorum tabi ama sen önce kendi içinde olduğun halinle kendi değerine odaklanmalısın. çünkü kimse bize madalya vermeyecek gülüm; kuş da tutsan, kuş da yutsan. izahları daha nitelikli tanımlarla değiştirmeyi deneyelim önce. belki paradoksumuz labirente dönüşür böylece. sonra bir çıkış düşünürüz herhalde.

İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri

zehra’nın gelişiyle yeniden anneliğimi bu kitapla kutlayan güzel kardeşimin hediyesini dün gece zehra kucağımda uyurken bitirdim.
müslümanlar niçin geri kaldı?, kadın ve anne, müslümanlar ve israil, müslüman mı yetiştiriyoruz; hizmetkâr mı? gibi başlıklar altında izetbegoviçin makalelerini okuyoruz. ben yine kitabı yeniden yazmadan birkaç alıntı bırakıp yeni kitabıma başlayacağım inşallah.

“Kur’an’daki ilk ve en mühim gerçek, Allah’a iman ve tek, iyi ve adil olan ilaha ilişkin şuuru geliştirmektir.”

“ ‘bir halk neden geri kalır?’ sorusunun kesin ve tamamiyle bilimsel bir cevabı yoktur ve olamaz.
islam’ın teolojik yorumu islam’ın sadece dinî bir mesaj biçimine indirgeyip onun dış dünyayı düzenleme ve değiştirme rolünü görmezden gelerek ve hatta reddederek islam toplumunun güç ve dayanıklılığını içeriden zayıflattı ve onu barbarlar için kolay bir ava dönüştürdü.

geçmişte müslümanlar ya da en azından onların ekseriyeti, geri kalmış değillerdi.hâlihazırda geri kalmışlık mevcuttur; fakat müslümanlar islam’ı yaşamamaktadırlar. birinci şahit olarak tarihi, ikinci şahit olarak da kendimi, sizi, hepimizi öne sürüyorum.”

“islam, durağanlığı reddeder.”

“namaz sadece ibadet değildir. namazın bir zamanlar olduğu gibi yeniden bir disiplin, birlik ve dayanışma okuluna dönüşmesi gerekir. namaz temizlik, çalışma ve beraberlik demektir.”

“inanç mantığın ürünü değildir; fakat onunla çelişmez de. bilim ve bilgi, inancı yargılayamaz ya da bir inanç oluşturamazlar; fakat inancı zenginleştirebilir ve hissettiğimiz huşu ve ona duyduğumuz hayranlığı mukayese edilemez bir şekilde genişletebilirler.”

“burada mesele daha önce gördüğümüz üzere islam’ın prensip olarak vahyi temel alan diğer dinlere karşı olan farklı yaklaşımıdır. islam’ın hristiyanlık ve yahudilikle olan ilişkileri hoşgörü değil tanımıdır. islam hristiyanlık ve yahudiliği hoşgörüyle yaklaşmaz, onları kabul eder. onların ibadethaneleri de içerisinde tek ve aynı Tanrı’nın adının anıldığı ve tespih edildiği gerçek ibadethanelerdir.”

“islam tektir. fakat onun pratiğe dökülüşü, belirli şartlar altında onu taşıyıp hayata uygulayanların geri kalmış mı yoksa eğitimli bir çevre mi olduğuna, sağlıklı mı yoksa çöküş hâlinde bir nesil mi olduğuna bağlı olarak farklılık gösterecektir. İslam, kaynaklarında yazılı olduğu şekildedir; fakat pratiğe döküldüğünde o aynı zamanda bizim olmasını istediğimiz ve İslami prensiplerle hareket eden kalbimiz ve aklımızın ortaya çıkarabildiği şekildedir.”

“anne için saygı beklerken her şeyden evvel onun da kendine saygı duymasını bekliyoruz. iki, üç ya da daha fazla çocuk doğurup büyüten ve terbiye eden kadınlar bazen yaptıkları bu işin mühendis, veteriner ya da telefon santralinde çalışan kadınların yaptığı işlerden daha az değerli olduğunu düşünmüyorlar mı? toplumun tavrı bunu zorluyor ve onun üzerinde böyle bir algının oluşmasına sebep oluyor.”

“Allah’ım, müslüman halklara ve tüm dünyaya iman nasip eyle.”

Waldorf yöntemiyle çocuğumu büyütüyorum

kitabı okurken zihnimde bu şarkı çalışıyordu. çünkü waldorf eğitmeni barbara j. patterson’un bilgece tavsiyeleri, öylesine sıradan ve öylesine basit ama öyle kargaşadan uzak ve sakindi ki, şarkı okumalarıma sanatsal bir bakış kazandırdı. kafası karışık bukalemunluğuma iyi geldi, rahatlattı beni. uygulanabilir kapılar da açtı.
cebine yemiş doldurmuş ninemin dizinin dibindeymişim de tavsiyelerini dinliyormuşum gibi hissettim. tamam tamam burası tatlı bir düş idi 🙂

‘doğumdan sonra kundağa sarılan ve başına şapka takılan bir bebek, vücut ısısını kolaylıkla koruyabilir’ diyor barbara. külotlu çorabın ve yeleğin de çocukların vücut ısısını korumada iyi olduğunu söylüyor. annem de söylerdi bunu yıllardır ama annem söyledi diye değil de, barbara söyledi diye özenle giydireceğimi düşündüm.

vuran, ısıran, tırmalayan, tekmeleyen, tüküren çocuklara nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili daha önce hiç okumadığım tavsiyeler de var kitapta.

işte birkaç alıntı:
“düzen, tıpkı kalp atışları gibi güneşin doğuşu ve batışı gibi çocukları güvenli bir dengede tutar.”

“çocuğu yaptığınız işe dâhil etmeyi deneyin. iş yapmak çocuklar için çok önemlidir. çocuklar gerçek anlamda çalışmayı ciddiye alırlar, iş yapmak çocuğun ruhundaki karmaşaya bir düzen getirebilir.”

“kendimize karşı çok katı olmamalıyız. çocuklarımız çabalarımızdan da çok şey öğrenirler.”

“peki oyun oynarken şiddete meyilli çocuklar için ne yapabiliriz? anne babalar çoğunlukla böyle davranan çocuklara sert tepkiler vererek onların içindeki şiddet eğilimini yok edebileceklerini düşünürler. ancak fiziksel anlamda bir işle meşgul olmak, şiddeti iyileştirmenin en iyi çaresidir. bahçede çalışın; çukurlar kazın, taşları düzeltin, ağaç dallarını taşıyın. çocukların karmaşık arzuları, bu tarz hedef odaklı işler aracılığı ile giderek daha uyumlu bir hale gelir. yüzme, uzun yürüyüşler ve kışın oynanan kar oyunları gibi fiziksel alıştırmalar da bu konuda destekleyicidir.”

kpss’ye çalışırken tarihi özetleyeceğim diye her bilgiyi defterine yeniden geçiren liseli gençliğim gibi sayfada kitabı yeniden yazmıştım zaten •.• son iki gönderiye bakabilirsin bunun için.

Açık mesajlar, Sınırlı seçenekler ve Sihirli kelime:yapabilirsin

çocuklarla anlayabilecekleri şekilde, açık bir iletişim kurabilmeliyiz. onlara soru şeklinde komutlar verirsek kafalarında karışıklık yaratırız. ‘paltonu asmaya ne dersin?’, ‘şimdi giyinebilir misin?’ ya da ‘ayakkabılarını giyebilir misin?’ gibi cümleler çocuklara, (biz ima etmesek de) başka seçeneklerinin de olduğunu gösterir. oğlum altı yaşındayken ben de bu tarz belirsiz soruların sonuçlarını birebir yaşadım. bir gün ona, ‘odanı toplamak istemez misin?’ diye sordum. sorum onda hayal kırıklığı yarattı ve ‘eğer hayır dersem bana kızarsın’ diye cevap verdi.

yıllar önce okul panayırlarından birinde bir başka belirsiz soruya şahit oldum. bir anne, iki yaşındaki kızıyla konuşuyordu. ‘burada mı yoksa evde mi yemek yemek istersin?’ diye sorunca küçük kız soruyu yanıtlamadı. bunun üzerine anne tekrar aynı soruyu sordu ancak sorusuna yine bir cevap alamadı. çok geçmeden baba da konuşmaya katıldı. anne ona durumu anlattı. annenin bıraktığı yerden baba devam etti ve küçük kıza sordu: ‘burada mı yoksa evde mi yemek yemek istersin?’ küçük kız ağlamaya başladı. sonra anne devreye girdi ve ‘uykusu geldi, haydi eve gidelim’ dedi. aile adına karar almak belli ki küçük kızı çok yormuştu.

benzer şekilde çocuklarımıza ne yemek istediklerini sorarsak menüsünde bir çok yemek seçeneği olan bir restorana gittiğimizde bizim yaşadığımız deneyime benzer bir deneyim yaşarlar. buna karar vermek yetişkinler için bile bunaltıcı olabilir.

çocuklarımıza ne giymek istediklerini ya da ne yapmak istediklerini sormak da onlarda benzer duygular uyandırır. çünkü kişiliklerinin henüz olgunlaşmamış, ‘ben bunu istiyorum’ yönüne seslenmiş oluruz.

çocuklar sevdikleri ve sevmedikleri şeylerin büyüdükçe daha çok farkına varırlar. ‘ben bunu istiyorum’ cümlesi yemek yerken, giyinirken, yatarken ya da anneleriyle birlikte alışverişe giderken kelime dağarcıklarının bir parçası haline gelir. hepimiz market alışverişlerinde ortaya çıkan bildik manzaraları tecrübe etmiş ve onun bir parçası olmuşuzdur. ‘anne ben kurabiye, şeker ve içinde oyuncak olan bir mısır gevreği istiyorum.’

çocuklara çok sayıda seçenek sunmak uzun vadede onları bencilleştirir, ruhlarında zehir etkisi yaratır. ben odaklı olurlar ve başkalarının gereksinimlerini aldırmazlar. büyüdükçe ev ödevi, ev işi ya da bahçe işleri gibi yaşamın onlardan beklediği sorumlulukları yerine getirmek istemezler. ergenlik dönemindeki çocuklarımızla yaptığımız savaşlar, onları ben odaklı yetiştirmenin doğrudan sonucudur. gereksinimleri bu şekilde karşılanan bir çocuk kadar güvensiz, hatta mutsuz biri daha yoktur.

böyle bir tuzağa nasıl düştük? bazılarımız o kadar katı bir disiplinle büyütüldük ki aynı disiplini çocuklarımıza uygulamaktan kaçındık ama biraz aşırıya kaçtık ve işte sonuç: çok az düzen, çok fazla kargaşa. çocukların çoğu aşırı disiplinsizlikten muzdarip.

ne fazla otoriter ne de aşırı hoşgörülü ama çocuklar üzerinde kesinlikle etkili olan sihirli bir kelimemiz var. ‘YAPABİLİRSİN.’ örneğin, ‘paltonu dolaba asabilirsin’. bu cevaplanacak ya da gözardı edilecek herhangi bir soru içermez. ‘yapabilirsin’ fiilinde bir imtiyaz saklıdır. ‘botlarını paspasının üzerine koyabilirsin’ cümlesinde olduğu gibi.

anne babaların çocuklarına paltonu asabilirsin dediklerini ama bu cümlenin sonuna ‘Tamam mı?’ kelimesini eklediklerini duydum. böyle bir kullanımla asabilirsin fiilinin etkisini aniden zayıflatırız. bu acaba yaptırım gücüne sahip olduğunu düşündüğümüz cümleleri yumuşatmak için seçtiğimiz bir ifade midir? gerçekte ‘tamam mı?’ ifadesi ne anlama gelir? çocuğumuz tamam değil derse bu durum bize, onun söz konusu işi yapma zorunluluğunun olmadığını mı gösterir? bu durumda çocuğun seçme şansı var mıdır, yok mudur? bu tarz cümleler çocukta zihin karışıklığı ve güvensizlik yaratır. bir çocuk; anne babasının, öğretmenlerinin ve bakıcılarının kendisi için en iyi olanı bildiklerini anlarsa kendini gerçek anlamda güvende hisseder.

peki çocuğumuz yapmasına izin vermediğimiz bir şeyden dolayı aşırı öfkelendiğinde nasıl davranmalıyız? böyle bir durumda ona yardım etmek için nasıl bir tepki vermeliyiz? eğer sakin, sessiz ve kararlı bir duruş sergilersek çocuğumuz bunu özümser ve tekrar eski dengesine kavuşabilir. iç disiplinimizi korumaya çalışırken bizi yakından gözlemler ve tekrar uyumlu bir hâle gelir.

çocuklarımıza çok fazla açıklama yapar, yapmalarını istediğimiz ve istemediğimiz şeyler hakkında konuşurken kendi yetişkin mantığımıza başvurursak onların mantıklı düşünme ve idrak etme becerilerini zamanından önce uyarıp harekete geçirmiş oluruz. bu da çocukluğun hayallerle dolu dünyasından ani bir kopuşa neden olur. çocuklarımız taklit yoluyla mantık yürütmede bizi geçmeye başlarlar ve bu konuda çok başarılı olurlar. rudolf steiner, neyin iyi neyin kötü olduğunu anlatmak için duyuları beş yaşına doğru uyandırmanın en makul zaman olduğunu belirtir.

Yürüteç ya da hoppala

zehra ve ponponları mini mini sürünüyor artık diye pür sevinç doluyken kalbim; bugün şunları okudum.

“yürüteç ya da hoppala kullanmanızı önermiyoruz. çocuğunuz doğal gelişime paralel olarak egzersiz yapar ve hazır olduğunda dik bir pozisyonda durarak irade gücünü sağlamlaştırır. soesman, yürüteç kullanarak bir çocuğu bu tür pozisyonlara erkenden yönlendirmenin, gelişimini henüz tamamlamamış eklem ve kasları zorladığını ve buna ek olarak hareket duyusunun gelişimini tehlikeye attığını belirtiyor. bu araçlar, çocuğunuzun vücuduna, söz konusu hareketleri aslında yapabileceği mesajını verirler.(gerçekte çocuğunuz, araç desteği olmadan bu hareketleri yapamaz.)

denge duyusunun normal gelişim sürecini tamamlamasına izin vermeliyiz. bırakın iç dürtüleri, çocuğunuzu tekrar tekrar yapılan denemelerin ardından ayağa kalkması ve desteksiz yürümesi için cesaretlendirsin, çocuğunuzu zamanından önce dik pozisyonda duracağı yürüteç ve benzeri araçlarla desteklemek, denge duyusunu gelişirken adım adım yaşanan bu heyecanlı mücadelenin önüne set çeker.

ilk kez anne olanlar için kısaca şöyle söyleyebiliriz: eğer çocuğunuz bir şeyi tek başına yapamıyorsa o zaman ya henüz çok erkendir ya da seçilen aktivite doğru değildir.

ve bir anne soruyor. iki üç yaşlarındaki bir çocuğun sağlıklı bir denge duyusu geliştirebilmesi için (bu duyuya, yürüteç ve hoppala ile müdahale etmiş olsanız bile) tedavi edici yöntemler var mı?

ve barbara şöyle yanıtlıyor bu soruyu.
yürümek, bedenimizi hareket ve denge ile doğru bir iletişime geçirmek için harika bir destektir. seksek oyunu ya da ip atlamanın yanı sıra parklardaki tırmanma platformları da bu konuda destekleyicidir.”
| waldorf yöntemiyle çocuğumu büyütüyorum

Ellerimizin büyük boşluğu

Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık
Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor
Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü
Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık
Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından
Alıp başımızı gitmek istiyoruz
Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz
Sana gelmek
Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz
Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz

Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında
bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında
Büyütüp durduk siyahı

Kuşlar gibi bakarken
Kuşlar gibi vurulan çocuklarla
Çok yenildik yetmez mi
Bir mermiyle değişirken dünyamız
Kulağımızda uluslararası bir kınama
Büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağa
Dünya değişti ama kapı nereye açılacak
Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak

İşaretler ortadayken çöllere daldık
Kalp verdin korkunç yaralandık
Akıl verdin, iyiliği esir aldık
Ekranda kıtadan kıtaya atılan bir füze
Gazetede karşı kaldırıma geçerken çiğnenen bir adam
Durmadan dönen bir dünyada nerede olunabilirse
Orada bile değiliz ve bilmiyoruz böyle nasıl
Çamur olabilir kan olabilir karanlık olabilir böyle nasıl
Ele geçirir dünyayı gece
Gece gece gece
Her yağmur tanesini bir melek indirirken yeryüzüne
Her yalanı yüz şeytan taşıyor olabilir mi
Bilmiyoruz

Bu olanlar
Çok şey şüphesiz
Ama vaktimiz kalırsa oturup düşüneceğiz
Yusuf’u düşüneceğiz, Ya’kub’u, Musa’yı
İsa’yı düşüneceğiz, Nuh’u ve öbürlerini
Ve Efendimizi
Efendimiz.

Ol dedin olduk senden
Gel dedin geldik sana
Yaptıklarımız için
Yapamadıklarımız için
Elimizi
Dilimizi
Tanrım
Bağışla bizi.

Aralık 2023

“din rahatlık değildir. din bir çağrı, sorumluluk ve taleptir. gerçekten inanmış bir nesil, aynı inanca “ait” olmalarına rağmen ardından gelecek onlarca nesilden daha fazla şey yapabilir. islam’ın bin yıl içinde kültür, eğitim ve güç sahasında yaptığı her şeyin temeli pratik olarak aslında ilk iki ya da üç nesil tarafından atılmıştır. ondan sonra gelenlerin hepsi güçlerini bu ilk ivmeden aldılar.

bu nedenle islam dünyasının gelecek devrimi, öncelikle inanç açısından bir devrim olmak zorundadır. öncelikle insanların ruhları ve kalplerinde sahne alacak bu devrim, ancak bundan sonra harikalar yaratarak bugün bize imkânsız gözüken şeyleri gerçekleştirebilecek duruma gelecektir. kısa zaman içinde hayatın tüm sahalarına derin evlekler açabilecek imkâna sahip olacak; her türden tüm fesat çıkarıcıları kaçmaya zorlayacak; sefaleti, hurafeleri, adaletsizliği, cehaleti ve köy ve şehirlerimizdeki kirliliği ortadan kaldıracak, hâlıhazırda bakımsız olan geniş bir sahada yeni bir kültür ve insanlık çağı başlatacaktır.
Allah’ım, müslüman halklara ve tüm dünyaya iman nasip eyle.”

aliya izetbegoviç, eylül 1969