Ellerimizin büyük boşluğu

Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık
Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor
Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü
Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık
Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından
Alıp başımızı gitmek istiyoruz
Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz
Sana gelmek
Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz
Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz

Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında
bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında
Büyütüp durduk siyahı

Kuşlar gibi bakarken
Kuşlar gibi vurulan çocuklarla
Çok yenildik yetmez mi
Bir mermiyle değişirken dünyamız
Kulağımızda uluslararası bir kınama
Büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağa
Dünya değişti ama kapı nereye açılacak
Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak

İşaretler ortadayken çöllere daldık
Kalp verdin korkunç yaralandık
Akıl verdin, iyiliği esir aldık
Ekranda kıtadan kıtaya atılan bir füze
Gazetede karşı kaldırıma geçerken çiğnenen bir adam
Durmadan dönen bir dünyada nerede olunabilirse
Orada bile değiliz ve bilmiyoruz böyle nasıl
Çamur olabilir kan olabilir karanlık olabilir böyle nasıl
Ele geçirir dünyayı gece
Gece gece gece
Her yağmur tanesini bir melek indirirken yeryüzüne
Her yalanı yüz şeytan taşıyor olabilir mi
Bilmiyoruz

Bu olanlar
Çok şey şüphesiz
Ama vaktimiz kalırsa oturup düşüneceğiz
Yusuf’u düşüneceğiz, Ya’kub’u, Musa’yı
İsa’yı düşüneceğiz, Nuh’u ve öbürlerini
Ve Efendimizi
Efendimiz.

Ol dedin olduk senden
Gel dedin geldik sana
Yaptıklarımız için
Yapamadıklarımız için
Elimizi
Dilimizi
Tanrım
Bağışla bizi.

Aralık 2023

“din rahatlık değildir. din bir çağrı, sorumluluk ve taleptir. gerçekten inanmış bir nesil, aynı inanca “ait” olmalarına rağmen ardından gelecek onlarca nesilden daha fazla şey yapabilir. islam’ın bin yıl içinde kültür, eğitim ve güç sahasında yaptığı her şeyin temeli pratik olarak aslında ilk iki ya da üç nesil tarafından atılmıştır. ondan sonra gelenlerin hepsi güçlerini bu ilk ivmeden aldılar.

bu nedenle islam dünyasının gelecek devrimi, öncelikle inanç açısından bir devrim olmak zorundadır. öncelikle insanların ruhları ve kalplerinde sahne alacak bu devrim, ancak bundan sonra harikalar yaratarak bugün bize imkânsız gözüken şeyleri gerçekleştirebilecek duruma gelecektir. kısa zaman içinde hayatın tüm sahalarına derin evlekler açabilecek imkâna sahip olacak; her türden tüm fesat çıkarıcıları kaçmaya zorlayacak; sefaleti, hurafeleri, adaletsizliği, cehaleti ve köy ve şehirlerimizdeki kirliliği ortadan kaldıracak, hâlıhazırda bakımsız olan geniş bir sahada yeni bir kültür ve insanlık çağı başlatacaktır.
Allah’ım, müslüman halklara ve tüm dünyaya iman nasip eyle.”

aliya izetbegoviç, eylül 1969

Sen kimsin?

nasıl bir abiyim acaba ben diye düşündün mü hiç?
abi miyim ben gerçekten diye baktın mı kendine.
ilktim tektim derken çoğalışımız nasıl geldi sana? bu makamda nedir ya, abi mabi ne diyor bunlar mı diyorsun.

şey demiştin ama ‘keşke zehra annemin karnına geri girse.’
önceki gece yatağında konuşmuştum seninle. zehra doğmadan önce tüm dikkatimi sana verdiğimi, şimdi bölündüğümü ve anne dediğinde hemen sana dönemediğimi ama bunların geçici olduğunu, birbirimize alışacağımızı söylediğim gecenin ertesinde kalbinin içini göstermiştin. duygularını kırk sandığa saklar gibi saklıyordun da o gecenin sabahı açılmıştın bize. o cümleyi kurmak nasıl da rahatlatmıştı seni. küçüğüm, biriciğim, cânım oğlum.

yine bir gün merak etmiştim ne düşündüğünü. zehra yine karnıma geri dönsün ister misin diye seni darladığım günü hatırlıyor musun? istemem diyordun ama niye dönmesini istemediğini bir türlü söylemiyordun. sonra ağzından şu tek cümle, iki kelime çıkmıştı “onu seviyorum”
sıkı sıkı sarılmak için açtığım kollarımın arasından niye kaçtığını da belki bir gün anlatırsın küçük afacanım.

bugün yirmiüç aralık. üç aylık olmuş zehra gülün. biz kuş diyoruz sen gül, evimizin kuşu değil gülü diyorsun.

bugün yirmiüç aralık. ay yüzlü zehra’m üç aylık.
dün yeniden genişledim, incinmiş dallarımdan yeşerdim.

şırıngayla evin gülünün burnunu açacaktım. yanımdaydın. üzülüyordun. ağlayacağı için endişeliydin. zehra ben senin yanındayım diyordun. pencereye doğru gidip geliyordun. ‘rabbi yessir velâ tuassir rabbi temmim bi’l-hayr’ duasını söylüyordun.
abi misin, oğul musun, merhamet misin, erdem misin? nesin sen?
nasıl bir abiyim acaba ben diye düşündün mü sen hiç?
bak, ben ilerde kendini göresin diye seni anlatıyorum.
unutmaman için köklerine tutun istiyorum.

|çok seviyorum Allahım. ayrı ayrı ama sanki bütünmüş gibi, tekmiş gibi ama ikiymiş gibi. çok seviyorum Allahım, ayrı ayrı ikisini birden. nasıl oluyor bilmiyorum. bilmek de istemiyorum.

Öğretmen fatma

selam. ben öğretmen fatma. yaniiiii, öyleydim. okul kapısından elimde çantamla girmediğim için artık öğretmen sayılmıyorum ülkemde. ülkemin insanı böyle. üzülmeyin, alışın. ben öyle yaptım. banka kartına sahip olmadığın mesleğin geçerli değil, biliyorsunuz. koca parası diyorlar böyle şeylere. illaki seni devlet kadrosuna atamaya filan çalışıyorlar bir de. atanamadıysan vaaaay haline.

okul, bana sadece beynimin içinde tepinen gürültüyü çağrıştırıyor maalesef. ben anlatmayı, aktarmayı, eşlik etmeyi çok seviyorum ama bunu kurumsal ortamda yapamadığımı anladığım için sisteme istifamı verdim.

evet ne diyordum. öğretmen değilim artık çoğunun gözünde. meselaaaa sınav konseptli sohbetlerde bir yorum belirttiğimde ‘ama sen yeni nesil soruları bilmiyorsun’ diyiveriyorlar. doğru.
ay her yoruma da alınganlığımız tutmuyor mu? ne söyleseler hakkımızda, zıttına çekmeye nasıl da meyilliyiz. ‘çalışmıyor musunuz, çalışmayı düşünmüyorsunuz’ filan diye sorduklarında dümdüz soruyorlar işte. altını çok da deşelemeyelim kardeşim. millet hiç mi sormasın, merak etmesin.

itiraf edeyim kalbimin hüzünlenmediği birgün değil bugün. kalbim buruklaşıyor. ama bir düşüm var. dört duvardan taşıp, ormana yayılmak ve yarım bıraktığım çocuklarımla orada matematik yapmak istiyorum, sonra matematik de öğretirim. içimde taşan müjdemi bugün sesli söylemek istedim. tabi önce direksiyon karşısına oturmam gerekiyor 🫣 çocuklar arka koltuktayken deb’li biri araba sürebiliyor mu gerçekten?

Kusursuz ebeveyn yoktur

“eğer emretmeye devam edersen sana istediğini vermeyeceğim,” diyordu bir anne kızına. bu sözcükleri kendi de çok işitmişti. oysa aslında, kızı doğduğundan beri onun gereksinimlerine hep çok dikkat eden bir anne olmuştu. kızına özgüven aşılayabilmek için elinden geleni yapmıştı… küçük zoe, içinde bir isteğin oluşmaya başladığını hissettiği zaman bunu doğal biçimde dile getiriyordu… ama annesi ondan bunu nazikçe istemesini bekliyordu… yani istemeli ama buyurmamalıydı…ikisini birbirinden nasıl ayırt edeceğiz? aslına bakılırsa fark yalnızca annesinin gözlerinde var gibiydi. eğer vermeye gönlü varsa kızının o şeyi istediğine hükmediyordu, gönlü yoksa da zoe’nin talebini ‘buyurmak’ olarak görüyordu.” demiş isabelle filliozat.

önce kendimi öne sürüyorum.
okuduğumda ürpermiştim. kendimi söylenirken buluyordum bu aralar. oğulcuğum gözümde mi büyümüştü yoksa küçülmüştü de ben ondan büyüklük mü bekliyordum. her zaman yaptığı şeyleri yapıyordu aslında. evin üstünü altına, altını üstüne getiriyordu. ama ben değişmiştim sanki. neden bazı istekleri buyurganlık gibi gelirken, bazı isteğini rica olarak algılıyordu beynim? hep ince narin zarif mi konuşmalıydı? yapar mısın, verir misin mi demeliydi? sıkışmış gibi hissediyorum kendimi. sanırım uzun zamandır kendimi hiç böyle cezalandırmamıştım. zehra kuşumu abiyi dahil etmeden katıksız sevmek; zeytingöze sıkıca sarılmak istiyorum bu aralar. benim ilacım bu.

Konuş benimle

‘konuş benimle’ dedi fare.
‘ne hakkında?’ dedi köstebek.
‘herhangi bir şey.’
‘aklıma hiçbir şey gelmiyor. sen birkaç fikir ver bana.’
‘bana yarın ne yapacağımızı anlatabilirsin.’
‘yarın ne yapacağız ki?’
‘ne mi? hava güzel olursa ormana pikniğe gideriz. peynirli salatalıklı sandviçlerimizi hazırlarız ve içinde fincan, fincan altlığı ve tabakların olduğu yeni piknik sepetimizi yanımıza alırız.’
‘alırız ya, peki hava güzel olmazsa?’
‘hava güzel olmazsa ocağı yakarız. rahat koltuklarımıza oturur, kestane kebap yapar, kurabiye pişiririz. sıcak çikolatalarımızı içeriz.’
‘içeriz ya. peki, hava ikisinin arası olursa?
‘biz de ikisinin arası bir şey yaparız. ortalığı toplarız.’
‘toplarız ya.’
‘benimle konuştuğun için sağ ol’ dedi fare.
‘lafımı olur’ dedi köstebek.

Sınırsız zaman

“çok daha fazla zamana sahip olmanın bir yolunu keşfettim. geçmişte zamanımın sanki birkaç bölüme ayrılmış olduğunu düşünürdüm. bir bölümü joey’e, diğer bir parçayı sue’ya, başka bir parçayı ana’ya yardım etmek üzere ve bir kısmını da ev işlerine. geriye kalan zamanı kendi zamanım olarak düşünürdüm. kendi zamanımda okuyabilir, yazabilir, araştırma yapar ve yürüyüşlere çıkabilirdim.

ama zamanı artık parçalara bölmemeye çalışıyorum. joey ve sue ile geçirdiğim zamanı kendi zamanım olarak görüyorum. joey’e ev ödevinde yardım ederken onun zamanını kendi zamanım olarak görmenin yollarını bulmaya çalışıyorum. onun varlığını paylaşarak ve o süre içinde yaptığımız işe ilgi duymanın yollarını bularak mesela onunla derslerin üzerinden geçiyorum. ona ayrılan zaman benim kendi zamanım haline geliyor. sue ile de öyle. en fevkalade şey de, şimdi kendime ayrılmış sınırsız zamanım var!”
farkındalığın mucizesi, 14. syf