Puset Kullanmanın Zararları


Oğlumun geçmiş videolarında gezinirken, şimdi daha net görebildiğim bir durumu özel olarak izah etmek istedim. Yazacaklarım daha çok kendi tecrübelerimize ait. Çevremde gözlemlediğim, aynı koşullar altında olmasa da benzeri süreçlerden geçmiş bebeklerin gelişim aşamalarına şahit olmam da anlatacaklarıma dahil.
Malesef şu gördüğünüz bebek arabası pusetinde oğlum; uzun süreli otobüs ve tren yolculuklarımızda, taşınma dönemimizde ve sonrasında çok fazla zaman geçirdi. 0-6 aylık bebekler için sırt ve kas-kemik gelişimi için uygun olduğu söylense de ben artık gerçekten inanmıyorum. Bu tarz ev tipi ana kucaklarını da aynı kategoriye alıyorum. Malesef çoğu, bebeğe düz zemin imkanı sunmuyor.

Altı aylık olmayan bir bebeğin; bu tarz eğimli, kollarını yanlardan kısıtlayan, ellerini tanıma fırsatı sunmayan ve vücut hareketlerini ciddi manada kısıtlayan araç-gereçlerde uzun süre vakit geçirmesi, bebeğe önce kısa vadede, sonra uzun vadede zarar verebiliyor. Vücut farkındalığı, bir nesneye uzanma, ellerini ve kollarını tanıma, gövdesini kaldırma, emekleme pozisyonunda dengede durma, ayakta dengede durma, yürüme sırasında dengesini sağlama ve diğer tüm süreçlerinde gecikme ve aksamalara sebep olabiliyor.

Kendimizden örnek verirsem, tecrübelerimiz hep şu yönde oldu; puset kumaşları ve iç dolgusu, pamuk yada yünden yapılmadığı için, bebeğin hareket imkanını da daraltmasıyla birlikte bebeği çok terletiyor. O kadar çok terletiyor ki sırtı kolları sırılsıklam oluyor. Sık sık beslemek için içinden alsanızda malesef durum değişmiyor. İtiraf etmem gerekirse puset kullandığımız için çok ama çok pişmanım. Çünkü oğlum, yukarıdan uzatılan bir nesneye uzanması gereken zaman diliminde(4aylıkken) uzanmıyordu. Hatta beş aylık olmasına yakın bir sürede dahi uzanmıyordu. Sanki sırt üstü yatarken hala pusette yatıyor gibi, kollarını farkedemiyor, kasıntı gibi duruyordu. İlk dört ayında evde düz zeminde daha çok sırt üstü, farkındalık içinde yapmış olmasakta bazen karın üstü zaman geçiriyordu fakat puset kullanımın fazlaca arttığı dönemden sonra bariz bir şekilde gerileme yaşadığını gözledim 😦 Şuan bile videolarını izlediğimizde hala üzülüyorum, kıyamıyorum. (Uzun süreden kastım nedir peki? Yemek yaparken ve biz yemeğimizi yerken puset içinde kalıyordu. Bunun dışında düz zeminde yatıyordu.)

* Eğer düzenleyebilirsem videolarla durumun ciddiyetini göstermek istiyorum. Amacım gerçekten farkındalık uyandırmak.


Öncelikle verebileceğim tavsiyeler Almanya’ya gelişimizle aydınlandığım gerçekler. Çocuk doktorumuzun tavsiyeleri, burada ebeveynleri gözlemlemelerim, fizyoterapistlerin bilgileri doğrultusunda şunları söyleyebilirim. Görsellerle izah etmeye çalışacağım.

Öncelikle bebek arabası almak istiyorsanız yenidoğan (0-6ay) bebeklerin gelişimine uygun, havuzlu, havuz bölümünde düz zemin imkanı sunacak, zemininde tahta aparatı bulunan bebek arabalarını tercih etmeniz gerekiyor. Ayrıca bu tarz korunaklı, havuzlu bebek arabaları, kış bebekleri için de oldukça kullanışlı, ayrıca dışarıda da karın üstü zaman geçirme imkanı sunuyor. Pusetli travel sistem bebek arabanız varsa da şayet, kesinlikle temiz hava yürüyüşlerinde vs kullanmayınız. Zaten pusetli bir bebek arabası markasına yönelmemeniz daha isabetli olacaktır. *Gerçekten çocuğu düşünen her kişi ne üretiyorsa maddi kazanç elde etmeyi bir kenara bırakmalı ve temiz, sağlıklı ürünler üretmeli. Sağlığa zararlı ürünlerin satışına da ortak olmamalı.

Travel sistem dediğimiz bu tarz bebek arabaların havuzlu aparatın kullanımı kısa süreli olmasına karşın epey maliyetli. Bu sebeple temiz ikinci el ürünler tercih edilebilir. Ki Türkiye’ de ikinci el bebek arabaları gerçekten çok temiz diyebilirm. Çünkü kimse orman alanlarında, yağmurlu karlı çamurlu havalarda yürüyüşe çıkmıyor. Bebek arabasını kullanabildiğimiz mekanlar da kısıtlı olduğu için bebek arabaları genel manada temiz oluyor.

Travel sistem bebek arabası tercih etmek istemeyenler için farklı bir önerim var. Bebek arabanıza bu tarz bir ana kucağı yerleştirebilirsiniz. Aldığınız bu anakucağın alt kısmında tahta aparat yoksa şayet marangozdan kalıbına uygun bir tahta kestirebilirsiniz. Gerçekten bebeğiniz daha rahat hareket edecek, içinde terlemeyecek ve daha konforlu bir uykuya kendini bırakacaktır. Sadece yürüyüş vakitlerinde değil, doktor ve sağlık ocağı kontrolünde dahi güvenle, gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.

Kısa vadeli araba yolculuklarında puset, güvenlik açısından elbette kullanılmalı. Lakin pusetler kaza durumlarında tam manasıyla güvenli değil gibi geliyor bana. Ya da arabamız olmadığı için uyduruyor da olabilirim 🙂 Bunun yerine doğumdan itibaren kullanılabilen oto koltuklarını tercih etmek daha isabetli bir karar..

Evde yine ev tipi ana kucakları, bebeğinizi düz bir zeminde yatmasını sağlayacak şekilde olmalı. Böyle bir ana kucağı bulamıyorsanız şayet lütfen diğerlerini kullanmayın. Günlük hafif rutin işlerinizi yapmak istiyorsanız, bebeğinizi halıya koyamıyor, soğuk alır endişesi taşıyorsanız evde sling kullanın, bebeğinizi giyin. Sling anne ve bebeğin karın temasına olanak sağladığı için emin olun sizi ve bebeğinizi rahatlatacak. Satın almış olduğunuz slingi doğru bağlandığınız ve ergonomik olduğundan emin olduğunuz sürece herhangi bir sıkıntı olmayacaktır. Uzun süreli iş yapmanız gerekiyorsa şayet halıda vakit geçirebilmesi için, fazla göz yormayan, dikkat dağınıklığına sebep olmayacak oyun halısı tercih edebilir, alt zemininden üşütmeyecek şekilde ortam koşullarını iyileştirebilirsiniz.

Dikkatimi çeken bir diğer hususda bebeğin altıncı ayını doldurmadan, boynunu tutuyor hevesine kapılarak, koltuk köşelerine oturtulmaya çalışılması hatta altı ay sonrasında otururken dengede duramıyor diye yıkılmaması için yıkılmaz yastıklar kullanılmak, görme açısı genişlediği için rahat ediyor yanılgısına kapılarak, uzun süreli bebekleri mama sandalyesine mahkum etmek bebeğe ciddi manada zarar veriyor. Pusetlerin zararıyla, yıkılmaz yastıkların zararı benim gözümde eş değer. Gözlemlerime göre devrilmez yastıklarda fazlaca uzun süre vakit geçiren bebekler, daha geç desteksiz oturmaya geçiyor, denge kontrolünü sağlamada geciktikleri için ilk adım dönemlerinde bacakları daha çarpık adım atıyorlar ve daha dengesiz yürüyorlar. Velhasıl lütfen dikkat edelim ve miniklerin bedenlerine zarar vermeyecek çözümler üretelim.

* Yukarı resimlerdekiler devrilmez yastıklardır. Lütfen kullanmayın ve karınüstü vakit geçirmeleri için fırsatlar yaratın.

Doğadaki Çocuk

Bizler kültürel beklentilerle çocukların dünyasının sürekli yeni fırsatlarla yeni ufuklara doğru genişlemesi gerektiğine inanıyoruz. Oysa ben çocuklarımı izlerken ebeveynleri olarak bizlerin, çocuklarımızın kendi dünyalarında kurdukları ilişkilerin değerini bilmediğini, hatta bu ilişkileri gözden kaçırıyor olabileceğimizi düşünüyorum. Belki de onlara sınırsız olanaklar sunmamız gerektiğini ne kadar inanmış olursak olalım durmalıyız. Durmalı ve sayısız imkan ve tercihlerle dolu bu büyük ve şaşalı dünyadaki dikkat dağıtıcıları engellemeliyiz. Onları gerekenden biraz bile fazla fırsata maruz bırakmamalıyız. Belki de çocuklarımıza hemen kapımızın önünde, yakın çevremizde, etrafımızdaki insanlarla, komşularımızla, mahallemizle ve hatta hayal gücümüzle yaşayabileceğimiz deneyimlerin zenginliğini göstermeliyiz. Bu bencilce bir hayal mi? Emin değilim ama elinin tersiyle de itemiyorum. Çünkü biliyorum ki benim çocuklarım sonsuz ihtimalleri kovalamak yerine, nerede olurlarsa olsunlar ellerinin altındaki dünyada doyuma ulaşabilecekler.

| Okulsuz Büyümek – Ben Hewitt

Şems Suresi

Yirmi altı yılda öğrenemediklerimi bir senede öğrenmiş olduğumu söylesem inanabilir misiniz bana? Tabiatı sanki ilk kez okuyor gibiyim. Dünya ve ahiret saadetimiz için bir günü bizim için nizam içinde belli vakitlere ayıran Rabbime hamd olsun. Geceyi bizim için bir libas ve uykuyu bir istiharat  kılan Rabbim kulunu nasıl güzel seviyor.
Eski gençliğim; geceyi, fırlamış gözlerle israf etmeyi bir hüner zannederken, uyanışa geçmiş yeni gençliğim şimdi gecenin hikmetini kavrayabiliyor.
Sabahın soğuk ama ferahlatan o dingin havanın kokusunu ciğerlerime çekebilme fırsatı bana yeniden verildiği için Rabbime hamd olsun.

Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayrılabildiği vakitte güne binbir umutla başlayabilmenin mutluluğunu yüreğimle hissedebiliyorum ve son sözü canım Şems süresine bırakıyorum.
” Yemin olsun, güneşe ve kuşluğuna;  Işığı onun ardından geldiğinde aya;  Onu (dünyayı) aydınlattığında gündüze;  Onu karanlıkla örttüğünde geceye;  Göğe ve onu kurana;  Yere ve onu yayıp döşeyene;  Nefse ve onu (insanın özü olarak) şekillendirip düzenleyene;  Ona kötü ve iyi olma kabiliyetlerini verene!  Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.  Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyan etmiştir. “

Güllü Aş/Güllaç Tarifi

Arif Bilgin’in Osmanlı Saray Mutfağı kitabındaki bilgilere göre, güllaç ilk kez saraya 1489 yılında alındı. Saraya girmeden önce halk, 15.yüzyıl ortalarına kadar mısır nişastasından yufka açıp stoklar ve havayla temas halinde olduğu için kuruyan bu yufkaları süt ve şekerle ıslatıp yerdi. Zamanla içine gül suyunun da eklenmesiyle ortaya “güllü aş” ismi verilen tatlı çıktı ve tıpkı “sütlü aş”ın sütlaç’a dönüşmesi gibi bu tatlının ismi “güllaç” olarak anılageldi. Osmanlı sultanlarının sofralarından eksik etmediği güllaç Ramazan Ayı’nda akla gelen ilk tatlılardan biridir. Güllaç, sütlü olduğundan iftardan sonra rahatlıkla yenebilecek, hazmı kolay ve hafif bir tatlıdır. Sarayda da bu özelliğiyle çokça tercih edilmiştir. |Kaynak:Wikipedia

Merhaba. Tarifine geçmeden önce tarihi hakkında küçük bir bilgi vermek istediğim güllaç tatlısı bana Yamak Ahmet dizisini anımsatır. Çok sevdiğim bir tatlı olduğu için, Ramazan Ayında sofralarımıza güllacı misafir etmeyi seviyorum. Bu sebeple blogumda da tarifi bulunsun istedim.

Malzemeler

  • 10 adet güllaç yaprağı ( 250 Gr )
  • 1 litre + 1 su bardağı süt
  • 1 su bardağı + 3 yemek kaşığı şeker
  • 1 paket vanilya
  • 1 su bardağı ceviz

Süslemek için gereken malzemeler

  • 1/3 çay bardağı hindistan cevizi
  • Dondurulmuş meyve(böğürtlen, yaban mersini, çilek) veya nar

Yapılışı

Sütü tencereye koyun, içine şekeri koyup karıştırın. Ocakta sütü ılıtın ve şekeri eritin. Sütü asla cok ısıtmayın fakat ısısı elinizi çok hafif ısırsın ve bu sıcaklığa eliniz dayanabilsin. Sütü ocaktan alın ve vanilyayı koyup karıştırın. Sütünüzü geniş bir tepsiye dökün. Yaprakları ıslatırken işiniz kolay olsun. Güllaç yapraklarını süte batırıp, istediğiniz borcama koyun(dikdörtgen veya yuvarlak borcam olabilir) Her yaprak sonrası tepsiye bir miktar süt gezdirin lakin ölçülü dökün ki her katmana süt dökebilesiniz. 5 yapraktan sonra ufalanmış (un gibi olmasın, biraz tadını hissedecek şekilde hafif parçacıklı olsun) cevizi serpin. Diğer 5 yufkayı da ıslatarak tepsiye dizin ve yine her katmana süt dökmeyi unutmayın. Son olarak kalan sütün hepsini güllacın üstüne dökün. İlk başta süt çok gibi gelecektir ama tamamnını dökmeyi ihmal etmeyin. Nişastalı bir tatlı olduğu için sütü yapraklar çekiyor, tam ölçü şüpheniz olmasın 🌠 Buzdolabında 3-5 saat dinlendirin. Hatta bir gün sonra daha lezzetli oluyor 😉 Son olarak servis yapmadan önce ölçülü bir şekilde kesimini yapıp, gönlünüzce süsleyin.

Dipnot: Verdiğim ölçüler, tutarlı ölçülerdir. Hindistan cevizini isteyen, cevizin döküldüğü katmanada dökebilir lakin biz yoğun hindistan cevizi sevmediğimiz için en son süs aşamasında kullanmayı seviyoruz. Daha az şeker kullanmayı tercih edenler, 1 su bardağı şekerle de tatlıyı yapabilir.

Afiyet olsun.

Neden Sorusuyla Çocuğu Yargılamak

Bebekleri ve çocukları genel manada sözlerimizle sınırladığımızdan ve yargıladığımızdan bahsetmiştim. Erdem onbir aylık olduğu için, biraz onun üzerinden ilerlemeler yapıyorum. Bazen de kitaplar vesilesi ile edindiğim bilgilerin ışığında gözlemlemeler yapıyorum.

Bazen bilgisizlikten, bazen korkudan, bazen endişelerimizden, bazen de öğrendiğimiz yanlış bilgi birikimi ve öğrenilmiş tepkilerden, yanlış tepkiler ve geri dönütler veriyoruz. Mesela oral dönemde ağzına alarak keşfetmeyi öğrenen bir bebeğe sürekli ağzına alma ikazını yapıyor ve ısrarla bunu tekrarlıyoruz. Malesef hayati önem taşımayan her davranışlarına engellemeler koyduğumuz için, gerçekten yapmaması gereken meselelerde de uyarılarımız tesirli olamıyor. Çünkü bunun öncesinde sürekli kısıtlayıcı uyarılarda bulunmuş ve engel koymuş oluyoruz.

Biraz hareketlendiğinde oraya çıkma, oraya oturma, düşeceksin, elini acıtacaksın uyarıları ile devam ediyoruz. Hatta anneliğin kutsallığından faydalanarak ‘ben sana demedim mi düşeceksin diye, işte bak anne sözü dinlemezsen böyle olur’ cümleleri ile savunmasız yavruların ruh dünyalarına ince ince kıymıklar batırıyoruz. Pasif, edilgen çocuklar yetiştirmek için adeta kendimizle yarışıyoruz. Buraya kadar bu tarz tepkiler veren bir annenin cümlelerine baktığımızda hep olumsuz ifadeler kullandığını görebilirsiniz.

Bebeği kısıtlıyoruz ve ısrarla bunu devam ettiriyoruz. Peki ne yapabiliriz? Ağzına almasını istemediğimiz eşyaları ortadan kaldırabilir, onun güvenliği ve sağlığı için evi, kendi zevkimize ve isteklerimize göre değil de; bebeğin ve çocuğun gelişimi etrafında düzenleyebiliriz.

Olumsuz tanımlamalar kullanmak yerine olumlu ifadeler kullanmaya özen gösterebiliriz. Açıklama yaparak konuyu izah etmeye çalışmak, halkanın büyük kısmını oluşturuyor elbette. 

Minik bireyleri ise genel manada NEDEN kelimesi ile yargılıyoruz. NEDEN döktün, NEDEN kırdın, NEDEN kardeşinin parmağını ısırdın, NEDEN onu yere attın gibi. Burada çocuğu suçlamak dışında sanırım hiçbir şey yapmıyoruz. Açıklama yapmasına fırsat dahi vermiyoruz. Bunun için biz şimdiden olayı ve durumu tanımlamaya çalışıyoruz. Mesela bardak düştü, tabak kırıldı gibi. Aslında öğrenilmiş tepkilerimiz o kadar fazla ki, hemen neden sorusu ile tepki vermeye meyledebiliyoruz. Şahsen küçük, istemsizce yaptığım ev kazalarında, eşimin sürekli beni neden sorusu ile yargılamasını ve beni savunmasız bırakmasını hiç istemezdim… Duymak istemediğim sözleri, neden canımın bir parçasına yönelteyim ki?

Ağlayabilirsin ve Korkabilirsin

img_20200408_120723992961150410772653.jpg

Sınırlandırılarak, kısıtlanarak ve yargılanarak bugünlere ulaştık. Çoğu zaman sevdiğimiz arkadaşlarımız, akrabalarımız, dostlarımız ile doyurucu sohbetler yapamadığımızı düşünürüz. Bizi anlamadıklarını hissediyoruz. Herkes ‘hayırlısı böyleymiş, boşver, takma kafaya, vardır bir yolu, haline şükret senden daha kötü durumda olanlar var, çok abartıyorsun, biraz fazla üzülmüyor musun?’ cümlelerini mekanikleşmiş bir robot gibi sürekli tekrarlıyor. Peki neden anlama çabası içine girmiyoruz da, üzülmesin, ağlamasın diye iğreti kalıplarla sevdiklerimizin yanında oturuyoruz. Maalesef yanlış kalıplar ile büyütüldük ve bunu var gücümüzle ısrarla aktarmaya çalışıyoruz.

Ağlayan bebeği için üzülen şefkat abidesi bir anne, yavrusu için bir şeyler yapmak istiyor ve onu AĞLAMA diyerek susturmaya çalışıyor. KORKUYOR, yine ağlamasın diye KORKMA diye teselli ediyor. Bir düşünün, sürekli ağlama ağlama, korkma korkma diye yanınızda var olan birini. Duyguları, duygularını yeni tanıyan minik bireylerin üzerinde kurduğumuz baskıya bir bakar mısınız? Gerçekten bana çok korkutucu ve ürkütücü geliyor.

Peki ne yapmalıyız? Ne yapabiliriz de bu devir daim eden yıkıcı çarkı değiştirebiliriz. Öncelikle sıklıkla dile getirdiğim bazı kalıplardan uzaklaşıyoruz. Kelimenin sonuna ME ‘ MA eki getirdiğimiz her kalıptan uzaklaşıyoruz. O an çocuğun yaşadığı duygunun ne olduğunu anladıysak, korkuyorsun diyebiliriz ya da  alternatifler sunabiliriz. Mesela ilk kez çimlerle karşılaşan ve korkan ve onlara dokunmak istemeyen oğluma ısrarcı olmamayı seçtiğim gibi açıklamalar yapıyorum. ‘ Çimlerle ilk kez karşılaşıyorsun ‘ gibi. Bazen hiçbir açıklama yapmamıza bile gerek yok aslında. Susturmaya, baskılamaya, yok saymaya değil de •Ben Burdayım, Senin Yanındayım•  mesajını vermeye özen göstermemiz gerekiyor. Aslında ne kadar kolay değil mi? İşi zorlaştıran malesef çoğu zaman biz ebeveynleriz.

Düşeyazarken…

Oğlum bu hafta çok hareketlendi. Bebek Bink gibi de emekleyemiyor henüz, kaba motor gelişimi son hız devam ediyor. Paldır kültür göğsünü hop vuruyor yere. Bazen öyle ince ayarlıyor ki oturacağı yeri, bazen de vuruyor yüzünü o köşeye, bu köşeye, şu köşeye…

 

Yüreğim birkaç gündür ağzımda sanki. Vurmalar kısa süreli ağlamalar ile devam ederken  şu cümleleri sık sık kurar dururmuşum, bugün farkettim, beyaz sehbanın altına girip, emeklemek için başını kaldırırken ” Dur düşeceksin, dur başını vuracaksın, dur dur dur ! ” Birşey olacak endişesi sesimin ses tonuna kadar yansıyor, ritmini değiştiriyor ve beni geriyor. Kurduğum cümleler; balkona bağladığım, çamaşırlar düşmesin diye iyice gerdiğim ip gibi geriyor. Bu halimden yorulduğumu, bu tavrı uzak bir çöplüğe atmam gerektiğini hissettim. Çünkü alışırsam, yürüme beceresi, koşma becererisi, zıplama becerisi kazanırken de, hep aynı kısır döngüde devam edeceğim, biliyorum. Şimdiden önüne bir set çekme vakti geldi sanırım.

O an, birşey olacağı endişesi taşıdığım, kesik sızısı hissi tüm kalbimi ele geçirdiği zaman ne demeliyim. Bir müddet düşündüm, kısacık. Tepki vermesem? Anne hâli, tepki vermek olağan. Nasıl tepki vermeliyim o zaman? Allahü Ekber ! Allahu Ekber ! Evet o an belki düşmeyecek, canı acımayacak, acısa da mutluluktan hemen unutacak. Evet bilemem. O ince çizgide düşeyazarken, teğet geçti kurtuldu Allahu Ekber ! İçim ferahladı, şaşırdım Sübhanallah. Düşüverdi, kaldırdım Bismillah. Dedikçe rahatlarım. Düştükçe kollarımda bağrıma basarken, anlatırım. Bazen susar acısını anlarım, gözyaşını siler, dua ederim. Gayretini gördükçe şükreder, günüme neşe katarım.

( Bu yazı Erdem 8 aylıkken yazılmıştır)

Erdem’in Emekleme Hikayesi

Oğlum yaklaşık dört aylıkken yattığı yerden başını kaldırıyordu. Bilinçli olmayan her anne gibi, oturmak istiyor herhalde diyordum. Beş aylık olduğunda şöyle bir cümle kurmuştum “Artık ciddi ciddi oturmak istiyor ” Yanılmışım. Aslında yapmak istediği farklı bir açıdan etrafı izlemek…

Aymen Balıkçı’nın instagram hesabıyla karşılaştıktan sonra beşinci ayından itibaren oğlumu yerde karınüstü vakit geçirmesi için bilinçli olarak hareket etmeye başladım. Bunun öncesinde yüzüstü uyutuyor, yada bir yastığa yüzüstü bırakıyordum ama farkındalık içinde yaptığım birşey değildi.

Taşınma derken oğlum gün içinde pusette fazlaca kalmaya başlamıştı ve dörtbuçuk aylıkken yukarıdan uzattığım bir nesneye uzanmadığını farkettim. Puset kol hareketlerini kısıtladığı için ona zarar veriyordu. Oyun halısında vakit geçirirse uzanır diye düşünüyordum bir yandan fakat o konuda da yanıldığımı sonradan öğreniyorum.

Bir bebeğin dört aylık olduğunda nesneye uzanması yada altı aylık olduğunda elleriyle göğsünü kaldırır pozisyonda durabilmesi, dengede oturabilmesi, sürünmesi, emeklemesi, emeklerken kendi kendine oturabilmesi, otururken emekleme pozisyonuna geçmesi, kendi kendine ayağa kalkabilmesi, adım atabilmesi, yürümesi için
yerde yüzüstü vakit geçirerek, kollarını aktif kullanması gerektiğinin bilincine vardığımda her şey başkalaştı bizim için.

Halıda onunla birlikte uzanıp, onunla birlikte oyunlar oynadım, hareket eden hayvanlar ile dikkatini çekip yerde daha uzun süre yüzüstü kalması için çabaladım(k) Aymen Beyin canlı yayına katılmasaydım, Almanya’da edindiğim bilgiler ve tecrübeler olmasaydı, çocuğum yüzüstü kalmayı sevmiyor yanılgısına kapılacak, onu daha çok oturma pozisyonunda bırakacak ve hedefine ulaşmak için ileri doğru emeklediğinde yaşayacağı mutluluktan onu mahrum bırakacaktım.

Çok şükür ki karınüstü vakit geçirmeler sonucu oğlum artık üç gündür ileri doğru emekliyor. Şınav pozisyonu alıyor, dizini ileri atıyor, kolunu ileri atıyor derken, tüm göğsü ile hop bir bakmışız Erdem hedefine ulaşmış. Ben bu satırları yazmaya niyetlendiğim sırada da oğlum emeklerken kendi başına oturuvermesin mi ?Öyle şaşırdı ki kendine. Yüzündeki gülümseme sevinç çığlıklarım ile dudak burkmayla son buldu ve böylece mutlu sonsuz bir hikayenin temelleri atılmış oldu.

(Bu yazı Erdem 7 ay 23 günlükken kaleme alınmıştır)

2 ay sonra Erdem’in emekleme halleri ;

Sürece Odaklanırım

Sadece kendimden sorumlu olmadığım bir hayatta okuduğum bir kitabın etkisiyle kendime şu hatırlatmaları yapıyorum. Çay içmek, kahve yapmak için oğlumun uyumasını beklemiyorum. Anın tadını çıkartmak için boş odada sessizliği dinlemeye gerek yok. Yemeği miniğimle yapmaya çalışırken, fazlaca bölünebilirim. Onun uzun süreli sabit noktada duramayacağını bilir, oynaması için eline farklı, zararsız objeler vermeye özen gösteririm. Bir yandan yemeğe odaklanırken, bir yandan dikkatimi bebeğime verir, zihnimin sadece yemekle ve oğlumla meşgul olmasına dikkat ederim. Onunla bir yandan konuşur, yaptığım yemeği anlatır, kucağıma alır, çorba nasıl karıştırılır ona da gösterir, çamaşır makinasının içinde dönen çamaşırları birlikte izlemeye çalışır, basit görünen ama onun dünyasında farklı anlamlar ifade eden küçük detaylardan keyif almaya çalışırım. Sonuca değil sürece odaklanırım(*)
.
Bazı anlar, bazı zamanlara özeldir. Bazı anlar geldikten sonra, bazı anlar boyut değiştirir. Boyut değiştiren o ana, adaptasyonu sağlayabildiğimiz sürece zorluklar kolaylaşır. Hem her zorlukta bir kolaylık, ayrı bir lezzet vardır. Yoğun zamanlarda daha üretken olunduğu, boş zamanlarda daha az verimli olduğunu sanırım herkes bilir. Mesela eve misafir geleceği zaman, evin düzeni daha çabuk oturur gibi.

Her kitabı okuyamam, her bilgiyi öğrenemem, her tatlıyı yapamaz, her işe yetişemem. Fakat yaptığım küçük parçalı işlerin en güzelini, en iyisini hakkıyla yapabilir, onları uygulamak için geniş bir zamanı kendime hediye edebilirim. Kaliteli bir uyku uyumak için ortamı iyileştirmeye çalışır, sakin kalmaya özen gösteririm. Fazla uykunun bedene verdiği rahatsızlığı düşünürsek, uykuyu daha az sevmek için dua edebilirim.
Yorulduğumu hissettiğimde eşimden yardım isterim, bana yardım ederken sürekli onu eleştirmez, çocuk bakımında sürekli onu uyarmaz, fıtrii hislerine ve davranışlarına saygı gösteririm. ” Öyle tutma, öyle konuşma, böyle yapmamalısın, hep ben ilgileniyorum, sen hiç yardım etmiyorsun ” gibi bir davranışa bakarak tüm davranışlarına genellemez ve diğer yardımlarını çöpe atmaz, ona destek olmaya çalışırım.

Kelimelerin Tesiri

Oğlumun evimize gelişiyle kendimi dinlemeyi çok sevdim. Üretken, çalışkan, daha çok kendini geliştiren, daha çok misafir ağırlayan, bireysellikten uzak ama bir o kadar da kendimle iç içe kalabildiğim zamanların artmasını istediğimi farkettim. 

Okul sürecimizin artması, ailemizin sınavlara hazırlanırken bizlere fazla toleranslı olması, evliliğe daha geç yaşlarda adım atmamız sebebiyle bireysel sürece daha çok maruz kaldık ve evlilikle beraber gelen sorumluluğun üstüne bir de evladımızın sorumluluğu eklenince şaşıp kaldık.

Malayani işlere vakit ayıracak vaktimiz azalıyor, düzenli olmayan hayatımız artık miniğin etrafında şekillenen bir düzen istiyor. İlk düzenimiz artık görünmez bir rafa kaldırılıp, odamızda, evimizde, sokakta, pazarda, markette, kalbimizde, düşüncelerimizde ve ruhumuzda büyük bir değişim bizi bekliyor.

Adapte olma sürecini ne kadar geç içsellestirsek o kadar geç normale dönüyoruz. Bu sürede yaşadığımız ruhsal değişimler elbet olağan. Bizi olağan dışı duygulara iten şey ise; kendimizi tanımamamız, duygularımızı farketmememiz, kendimizle barışık olmamamız, mükemmellik ipinin üzerinde ısrarla yürüme çabalarımız, dışarıdan gelecek eleştirileri duymamak adına düşüncelerimizi bastırmamızla birlikte birilerini suçlayıcı cümleler kurmamız. Mesela uykusuz bir gecenin ardından evladımıza ”bugün beni çok üzdün” cümlesini kurmamız gibi.” senin yüzünden sıcak çayımı içemedim, bugün çok yaramaz, oğlumla/kızımla uğraşıyorum, birilerine yaşadıklarımızı anlatırken ”bizimki bugün çok huysuz” gibi.

Düşünsenize eşiniz size bugün biraz huysuzsun dediğini ve bunu sık sık tekrarladığını. Ne hissedersiniz. Duygularının ağır ifadesinin ses tonuna yansıdığını… Bu sebeple zorluklar yaşarken yanlış kelimelere sığınmayı önce bir kenara bırakıyoruz. Doğru ifadeler insanda farklı bir tılsım bırakıyor. Kullandığımız sıcak/samimi/ doğru kelimeler önce kendimizde, sonra bu cümleyi duyan kişilerde olumlu bir tesir bırakıyor.